.

   
  Bilim,İlim ve Tarih
  19. Yüzyılda Bilim
 

19. Yüzyılda Bilim

19. yüzyılın önde gelen özelliklerinden birisi bilimle teknolojinin yakınlaşmaya başlamasıdır. Özellikle bu yüzyılın ikinci yarısından sonra bilimsel bilgi birikimi, gündelik ihtiyaçların karşılanması maksadıyla teknolojinin hizmetine verilmiş ve teknolojideki gelişmeler yerleşik yaşam biçimlerini değiştirmeye başlamıştır. Örneğin kuramsal elektrik araştırmalarından elde edilen sonuçlar, hemen elektrik dinamosu ve motoruna, telgrafa, telefona ve diğer cihazlara dönüştürülmüş ve bunların yaygınlaşmasıyla dünya yeni bir çehre kazanmaya başlamıştır.

Bu dönemin en önemli gelişmelerinden birisi üretime yönelik araştırma laboratuarlarının kurulmasıdır. Bu laboratuarlarda geliştirilen ürünler bunlara bağlı olan fabrikalarda seri olarak üretilmiş ve satışa sunulmuştur. Özellikle ABD’deki sanayi atılımında gerek devlet gerekse özel teşebbüs eliyle kurulan dev araştırma laboratuarları etkin rol oynamışlardır.

Bilimlerde felsefenin birbirinin kesin sınırlarla ayrıldığı bu yüzyılda, bilimlerde uzlaşmanın başladığı ve bilgi üretiminin ivmesinin inanılmayacak boyutlarda arttığı görülmektedir. Daha önceki devirlerde olduğu gibi bilimin bütün sahalarının bilinmesinin ve hatta tanınmasının imkanı kalmamış, bilim adamları öğrenme ve araştırma faaliyetlerini bir ya da birkaç saha ile sınırlandırmaya başlamışlardır.

Bu yüzyılda çeşitli alanlarda elde edilen bulgulara dayanarak büyük çaplı bilimsel kuramlar doğmuştur.fizikteki termodinamik ve elektromagnetik kuramları ile biyolojideki evrim kuramı bir alanın sınırlarını aşmış ve birçok uzmanlık sahasında tartışılır hale gelmiştir.

Dönemin en önemli özelliklerinden bir diğeri de neredeyse Rönesans’tan beri beslenen bilim sevgisinin bu dönemde had safhaya ulaşmasıdır. İnsanlar birbiri ardına gelen bilimsel ve teknolojik gelişmelerden büyük ölçüde etkilenmiş, bilime büyük bir tutku ile bağlanmış ve bilimin her sorunun çaresini bulacağına inanmışlardı. Bu hayranlık ve iyimserlik 20. yüzyılın ortalarına kadar büyüyerek sürmüş ve bu andan sonra özellikle nükleer tehlikenin etkisiyle yavaş yavaş makul sınırlar içerisine çekilmeye başlamıştır.

 

Matematik

Matematiğin altın çağı olarak nitelendirilen 19.yüzyıl boyunca bu bilimde bir çok yeni alan ortaya çıkarmıştır. Bunlar arasında sayılar teorisi, grup teorisi genel fonksiyonlar teorisi sayılabilir.sentetik ve analitik metotlar yeni bir geometri yaratmış, bu metotların fizik problemlerine uygulanması fizik biliminde muazzam gelişmelere yol açmıştır. 19. yüzyılda söz konusu edilmesi gereken matematikçilerin başında Fourier(1768-1830) gelir.Fourier bir değişkenli fonksiyonun değişkenin katsayılarının sinüsleri açısından seriye açılabileceğini göstermişti. Sir William Rowan Hamilton(1805-1865) Lagrange’ın diferansiyel hareket denklemlerini daha ileriye götürmüştür.kinetik enerjiyi moment bir sistemin koordinatları cinsinden ifade etmiş ve Lagrange denklemlerinin hareketin belirlenmesi için birinci dereceden bir dizi  diferensiyel denklemlere nasıl dönüştüğünü göstermiş ve kuarterniyonları bulmuştur.  19. yüzyılın en orijinal matematikçileri olarak Dedekind (1831-1916) ve George Cantor (1845-

1918) kabul edilir. Dedekind erken tarihlerden itibaren irrasyonel sayılarla ilgilenmeye başlamış, rasyonel sayılar alanının sürekli reel sayılar biçiminde genişletilebileceğini görmüştür. Cantor ise bugünkü kümeler kuramının kurucusudur.

19. yüzyılın sonlarında matematiğin temellerini araştırmaya yönelik felsefe ağırlıklı matematiksel çalışmalar sonucu matematiksel  mantık eserleri ortaya çıktı. Matematiğe sağlam bir temel oluşturma girişimi olarak nitelendirilen bu mantık çalışmalarının başlangıcında Frege ve Peano ile karşılaşılır. Frege matematiği mantıkla özdeşleşmiştir.Peano ise ilk defa aritmetik için geometridekine benzer bir temel oluşturmuş yani aritmetiği bir takım temel prensipler üzerine kurmuştur.Dedekind de aritmetiği mantıksal bir yöntem ile ele almıştır.

Astronomi

     17.yüzyıldan sonra gelişen modern astronomi çalışmaları genellikle üç başlık altında toplanır.

      1.Gök cisimlerinin gözlemlenmesi ile ilgilenen gözlemsel astronomi(pratik astronomi).

      2.Astronominin kuramsal yönünü oluşturan ve elde edilen gözlemsel verileri değerlendirerek gereksinimlerinin hareketlerinin matematiksel açıklamasını veren dinamik astronomi.

      3.Gök cisimlerinin fiziksel ve kimyasal özelliklerini konu alan astrofizik.

Gözlemsel Astronomi

 

17.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar astronominin gelişmesi büyük ölçüde teleskopun gelişimine bağlıydı. Bir İtalyan bilim adamı olan Giambattisa tarafından yapılan ilk teleskop basit bir lensten ibaretti. Ancak bu araç astronomik amaçlı olarak ilk defa 1609 yılında Galilei tarafından kullanıldı. Galilei geliştirdiği teleskopuyla önemli gözlemler yaptı. Örneğin ayda dağların kraterlerin olduğunu ayın ve yerin aynı maddelerden oluştuğunu gösterdi. Jupiteri,jupiterin dört uydusunu Venüs’ün safhalarını ve Satürn’ün halkasını gözlemledi. Galilei’nin yaptığı bu gözlemler sayesinde Aristoteles fiziği ve klasik astronomi görüşleri kökten yıkılmış ve Copernicus sistemi benimsenmeye başlanmıştır.  

1850’lerden sonra astronomide fotoğraf plağının kullanıma girmesiyle gök cisimlerinin fotoğraflarının alınması mümkün oldu.bu teknikle gözün göremeyeceği pek çok gök resmi görülebildi. 1932’de ilk radyo teleskoplar kullanılmaya başlandı.Herschel teleskopla gökyüzünü tarayarak evrende sabit yıldızların gelişigüzel topluluklar değil adacıklar galaksiler oluşturduğu görüşünü ortaya koydu. Güneş sistemimizin içinde bulunduğu yıldız adacığı Samanyolu ‘dur. Güneş sistemi Samanyolu’nun merkezine yakın bir yerde bulunur.

Astrofizik

Spektral analiz herhangi bir gök cisminin yaydığı ışığın spektroskop denilen aletten geçerek gökcisminin kimyasal yapısı hakkında bilgi edinmesidir. Konu üzerinde ilk defa Newton çalışmıştır. Newton güneşten gelen yedi ışığı bir prizmadan geçirdiğinde renklere ayrıldığını görmüş ve beyaz ışığın gerçekte yedi ana renkten oluştuğunu bulmuştur.

Gökcisimlerinden gelen ışığın incelenmesi ve bu ışıkların kimyasal analizi 19. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşti. 1802’de W.Hyde Wollaston güneşten gelen ışığın spektrumunu incelerken açıklayamadığı karanlık çizgiler tespit etti. 1814’de Joseph Fraunhofer bu çizgilerin 754 tane olduğunu ve güneşten çıkan ışınların daha soğuk gazlardan geçmesi nedeniyle siyah olarak spektrumda yer aldığını belirledi. Bu çizgilere Frounhofer çizgileri adı verildi.

1842’de Christian Dopper yıldızlar spektrumunu inceleyerek oldukça önemli bir prensip belirledi. Bazı yıldızların spektrumunun kırmızıya doğru kaydığını ve bu yıldızların bizden uzaklaşmakta olduğunu bazı yıldızların spektrumunun ise mora kaydıklarını ve bu yıldızların ise bize yaklaşmakta olduğunu tespit etti.

Kant’a göre başlangıçta sadece kendi etrafında dönen bir gaz ve toz kütlesi vardı. Bu kütle giderek yoğunlaştı ve dönüş hızı arttı.hızı arttıkça çeşitli kollar oluşturmaya başladı. Daha sonra bu kollar ayrılarak her biri gezegenleri oluşturdu. 1796’da Laplance bu kuramı geliştirdi.

Evrenin Oluşumu

Evren statik yani durağan değil genişlemekte olan bir yapıya sahipti. Evrenin genişlemekte olduğunun buluşu çok önemli düşünsel devrimlerden biridir.buna karşın statik evren görüşü o denli güçlüydü. Ancak Hubble2a göre evreni sabit görerek denklemlerine soktuğu bir takım sabitleri denklemelerinden çıkardığı zaman eşitlikleri tamamen doğru çıkıyordu. Sabitler eklenmeyince evrenin durağan olmadığı kanıtlanıyordu. 

evren bir patlama sonucu oluşmuştu,patlama ve genişleme sonucunda en hızlı hareket eden kütleler en dışa, daha yavaş hareket edenler en içte olmak üzere bir yayılım başlamıştı evren ilk çağlarında çok yoğun çapı güneşin çapından 30 kat daha fazla küre biçiminde bir hacim içine sıkışmış olarak bulunuyordu. Isı çok yüksekti bir milyar derecenin üzerindeydi. Atomlar tamamen soyulmuş durumda idiler. Bütün uzayı dondurulmuş olan ışınım oynuyordu. Patlamanın ilk saniyelerinde sıcak gazlar oluşmaya başlamıştı. Bu gaz kütle soğumasını sürdürdü ve bin dereceye düştü. Bu sırada atomlar oluşmaya başladı.duman halinin bu anına toz-gaz bulutları içinde ilk olarak hidrojen ve helyum bulunuyordu.sonra çekim kuvvetinin etkisiyle belirli toplanımlar oluşmaya başladı.bunlar galaksileri oluşturacak dav gaz kütleleriydi. Bu kurama Big-Bang8buyük patlama) kuramı adı verilmiştir. Yapılan gözlemler sonucunda evrenin bugün hala genişlediği kabul edilmiştir. Ancak bazı bilim adamlarına göre bu yayılma bir noktada durmalıdır. Çünkü ilk patlama ile yayılan cisimlerin hızları gravitasyon alanlarının yardımı ile birbirlerini çektikleri için azalacak ve bir noktada sıfıra inecektir. Bu noktada evren ya tamamen dengeli bir sistem haline gelecek hareket duracak ısı tekdüze biçimde yayılacak sistem statikleşecektir ya da cisimler arasındaki çekim devam edecek ve bu sefer evren büzülmeye başlayacak ve madde akımı merkeze doğru olacaktır. Bu büzülme de genişleme gibi milyarlarca yıl alacak ve her şey yine büyük patlama ile bir noktada birleşecek ve bir anda yok olacaktır. Bazı bilim adamlarına göre bu bir başlangıç olacaktır.

Fizik

Thomas Seebeck volta pilinde ortaya çıkan potansiyel farkın sadece metallerin cinsine bağlı olmadığını sıcaklığa da bağlı olduğunu keşfeder. Aynı yıllarda James P.Joule iletkenden geçen akımın ortaya çıkarttığı ısıyla ilgilenir ve bu ısının, iletkeninin direncine, iletkenden geçen akımın geçiş süresine bağlı ve bunlara doğru orantılı bulunduğu görülür. Bu çalışmalardan sonra elektrikle kimya arasındaki ilişki saptanmış  ve elektrokimya adlı yeni bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın ortalarında elektronun keşfi elektrik alanında önemli gelişmeleri sağlamıştır. Joseph John Thomson’ın elektronların elektriksel alanda saptıklarını göstermesinden sonra Hendrik Antoon Lorentz bazı atom parçacıkların serbest kalması olduğu nu ileri sürer buna göre iletkenlerde elektronlar serbestçe hareket edebilirler ve bu hareket nedeniyle elektrik adamı ortaya çıkar. Yalıtkan maddeler ise bu, direnç olarak belirir. Böylece elektronun bulunmasıyla  elektrik akımının aslında bir elektron akımı olduğu doğrulanmış ve bu sayede elektriğin tam olarak ne olduğu anlaşılmasa da, elektrik kanunları anlaşılabilir hale gelmiştir.

Mekanik

Bu konu ile ilgili çalışmalar temelde madencilikle ilgilidir.

Optik

Işık ve onun niteliğine yönelik kuramların geçmişi çok eski olmakla birlikte konuya yönelik esaslı girişimler 16. yüzyıldan itibaren başlar. Bunun nedeni bu konunun ilk kez bu dönemde köklü ve ayrıntılı kuramlarla ele alınmış olmasıdır. 17. yüzyıla ulaşıldığında ise ışığın niteliği konusunda yönelik iki belirgin kuram ortaya çıkmıştır. Bunlardan birinin temsilciliğini Newton’un yaptığı tanecik diğeri de ilk defa Grimaldi’nin ileri sürdüğü ve daha sonra Huygens’in geliştirdiği dalga kuramıdır.

Tanecik Kuramı

  1. Işık ışıklı nesnelerden çıkan çok küçük taneciklerden oluşur.
  2. Işık tanecikleri tamamen olağan ve mekanik kanunlara bağlıdırlar.
  3. Katı bir nesne ile karşılaşıldığında, ışık tanecikleri, kendisini saptıran kuvvetler tarafından etkilenirler.

Dalga Kuramı

  1. Görülebilen spektrumda değişik boylarda dalgalar vardır.
  2. Spektrumun kırmızı ucuna ait dalga boyu mor ucuna ait dalga boyundan iki kat daha uzundur.
  3. Türdeş ışımanın belli bir dalga boyu vardır.

Foton Kuramı

  1. Görülebilen spektrumda değişik enerjilerle yüklü fotonlar vardır.
  2. Spektrumun kırmızı ucuna ait foton enerjisi, mor ucuna ait foton enerjisinin yarısı kadardır.
  3. Türdeş ışıma, enerjisi belli ve eşit fotonlardan oluşur.

Görelilik Kuramı

  1. doğa yasaları düzgün hareket eden bütün sistemler için geçerlidir.
  2. ışığın hızı hangi sistemde ölçülürse ölçülsün daima aynıdır. Gözlemciye göre ışığın değişik hızları olamaz.

Kimya

Dalton’ın notasyonu atom ağılığı anlayışının şekillenmesi ve nihayet Mendelyev’in periyodik sınıflandırması ile günümüzdekine en yakın hale gelmiştir. Daha sonra bulunan elementlerin Mendelyev’in periyodikler şemasında boş bırakılan basamaklarla uygunluk gösterdiği görülmüştür.

Kimyanın gelişimi genellikle iki ana doğrultuda ele alınır:madde ve enerji sorunu. Madde konusundaki çalışmaların başında gazlar kimyası ve maddenin temel yapısını inceleyen atom teorisi sayılabilir.

Gazlar Kimyası

Dalton kimyasal elementleri atom teorisini çağrıştırır şekilde sembollerle göstermiş ayrıca homojen bir ortamda farklı gazların birlikteliğini ve gaz parçacıklarının sıcak bir atmosfer tarafından çevrelenmiş katı atomlardan meydana geldiğini ileri sürmüştür. Böyle parçacıkların belli bir hacmi olduğu görüşü onun aynı hacimdeki farklı gazların parçacık sayıları arasında belli bir oran olduğu görüşü kesinlik kazanmıştır.

Kimyada maddeye ilişkin olarak ele alınan başka bir araştırma konusu  elementler arasındaki çekim gücüdür.

Atom Teorisi

19.yüzyılın ortalarında atomun yapısıyla ilgili çalışmalar yoğunluk kazanır.Alman fizikçisi Johann Hittorf içinde seyrek gaz bulunan bir cam borudan elektrik akımı geçirmeyi düşünür. Aynı yıllarda William Crookes bu fikri dener ve elektrotlardan birinin ışınlar çıktığını tespit eder. Birkaç yıl sonra Jean Perin bu ışınların negatif yüklü olduklarını bulur. Bunlara elektron adı verilir. Thomson bu parçacığın ağırlığını ölçmeyi başardı. 1896 yılında Henri Becquerel tesadüf sonucu çekmeceye attığı uranyumun fotoğraf plağını kararttığını fark eder ve ilk radyoaktiflik belirtilerini gözlemler. 1910 yılında Lord Ernest Rutterford protonu keşfeder.1932’de Sir James Chadwick bunun nötr taneciklerden oluşan bir demet olduğunu açıklar. Buna nötron adı verilir. Yakın zamana kadar bilim adamları temel parçacıkların proton, elektron, nötrondan ibaret olduğunu sanıyorlardı. Yapılan deneylerle bu parçacıkların daha küçük parçacıklardan oluştukları anlaşıldı. 1932 yılında Rutherford’un öğrencilerinden biri John Cockroft, E.T.S. Wolton ile proton ışınlarıyla nükleer trans mutasyonlar yarattı ve çekirdeği delmeyi başardı. Onun çalışmaları nükleer fiziğin modern çağının başlangıcını gösteriyordu.

Fizikçiler çekirdek altı dünyasında yıldızlar arası uzayın sınırı gibi sonsuz görünen yeni bir sınır varsaymaya başladılar ve madde ile ilgili üç mantıksal olasılık ortaya atıldı:

  1. Dünyalar içinde dünyalar adı verilen birinci varsayıma göre hiçbir parçacık elementer değildir. Tüm paçalar daha küçük parçalara bölünür ve onların bileşiminden oluşur.
  2. Kaya dibi varsayımına göreyse temel elementer parçacık vardır ve madde onun bileşiminden oluşmuştur.
  3. üçüncü varsayım ise bothaları olarak bilinir. Buna göre maddenin ham elementer hem de bileşenlerden oluşan bir düzeyi olabilir.

Isı ve Enerji

1841 yılında Alman bilim adamı J. Robert Mayer yaptığı bir deneyde havan sıkıştırılması ile sıcaklığın meydana geldiğini gösterdi. Enerjinin korunum ilkesi enerjinin yoktan var edilemeyeceğinin ve yok edilemeyeceğinin ifadesidir. Enerji ancak bir biçimden başka bir biçime dönüşebilir. Bu ilke daha sonra termo dinamiğin birinci yasası olmuştur. Termodinamiğin ikinci yasası ise bir enerji değişiminde enerji yo edilemezse de harcanabilir.

Biyoloji

Merceğin kusurlarının giderilip büyütme ölçeğinin arttırılması gerek mikroskopik gerekse makroskopik canlı yapının daha iyi görünmesini sağlamıştır. Bir taraftan hücre konusundaki bilgilerimiz ayrıntı kazanırken hücrenin kısımları yani hücrenin çekirdeği proptozlazması ve zarı hakkında daha ayrıntılı çalışmaların yapılması mümkün olmuştur. Bu çalışmalarla kromozom sayısını 48 olarak belirlenmiş daha sonra 48 46 olarak düzeltilmiştir.

Canlılar ve Değişim Hakkında Kuramlar

Charles Darwin

Türlerin değiştiğini kabul eden bir bilim adamıdır. Yapmış olduğu araştırmalarının sonuçlarını “Türlerin Kökeni” adlı eserinde sunmuştur. Evrim teorisi olarak adlandırılan teoriye göre koşulların değişmesine bağlı olarak canlı ya hemen değişir ya da uzun zaman içinde değişim gösterir. Eğer canlı değişmezse yaşam şansını kaybeder.

Canlılarda iki güç vardır:doğa koşullarına uymak için en faydalı ve gerekli organları tutup diğerlerini atması yani doğal eleme ya da ataya geri dönme isteği.

Tıp

Hastalık etkenlerinin belirlenmesi onlardan nasıl korunmak gerektiği gündeme getirilmiş bağışıklık ve koruyucu hekimlik konusundaki çalışmalar yoğunlaşmıştır. Pasteur kuduz aşısını ve mikrobunu ve aşışını bulmakla önemli bir katkı yaparken bütün canlıları ancak bir canlıdan geldiğini kesin bir şekilde göstererek yüzyıllar boyu devam eden bir tartışmaya son noktayı koymuştur.

Bu yüzyılda anatomi konusundaki çalışmalar sinir sistemi üzerinde yoğunlaşmıştır.

19. yüzyılda ilaç bilimi adına da önemli çalışmalar yapılmıştır. Daha önce kullanılan bitkisel ve kimyasal ilaçlar yerini organik ve inorganik kökenli terkiplere bırakmıştır.

Gelişen tıp bilgisinin yanı sıra halk sağlığı konusunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Hastaneler yeniden düzenlenip halk sağlığı ile ilgili araştırma kurumları ve sağlık ocakları açıldığı ve tedavinin sosyalizasyon uygulamasıyla yenide şekillendiği görülür.

Teknoloji

Hava gazı,gaz yağı motoru, dizel motoru ve benzin gibi içten yanmalı motorların motosiklet ve otomobillerin icadı gerçekleşti. 1805’te x ışınlarının bulunmasıyla başlayan bir dizi buluş nükleer çağın kapısını açtı.1938’de atom çekirdeğinin parçalanması sonucunda açığa çıkan muazzam enerjinin kullanım şekilleri bilim adamlarının topluma karşı sorumluluğu konusunu gündeme getirdi.

Uzayın Keşfi

İlk roketin ne zaman yapıldığı bilinmemekte fakat onun bir Çin buluşu olduğunu söylüyorlar. Büyük Britanyalı Sir William Congrave Napolyon savaşlarında ve 1812 savaşında katı yakıtlı itici kuvvetle çalışan bir roket geliştirmiştir. Ancak akaryakıtlı roketlerin kullanılması ile uzaya seyahatin mümkün olacağını savunan ve bu konudaki bilimsel eseri yayımlayan kişi Constantin Tsiolkovsky adlı bir rus bilim adamıdır.onun bu çalışması ciddiye alınmazken Robert H.Goddart adına bir Amerikalı ve Hermann adında Romanya asıllı bir Alman ayrı ayrı çalışarak modern roket biliminin temellerini atmışlardır.

1926’da bir deney roketi hazırlanmış ve 60 metre kadar havalanmıştır. Füzecilik ve uzay yolculuğu denildiğinde ilk akla gelen isim Wernher’dir bu çalışmalar sonucunda 2. dünya savaşının en güçlü silahı olan V-2 roketleri doğdu. 4 ekim 1957’de Ruslar dünyanın ilk yapay uydusun olan Suputnik-1’i dünyanın yörüngesine oturtmayı başardılar. 31 ocak 1958’de ilk amerikan yapay uydusu yörüngeye oturtuldu.

Bilgisayar

Hesaplamada elektronik sistemin öncüsü İngiliz bilim adamı Charles Babbage’dir. Babbage’nin analitik motor adını verdiği cihaz belli bir program içerisinde hesapları otomatik olarak yapabilmekteydi.

Gerçek anlamda bilgisayarlar 1941 yılında Berlin’de Kondrad Zuse tarafından geliştirilmiştir.onun yaptığı bilgisayar elektron lambalarından oluşuyordu. Aynı yıllarda Busines Machines Comporation adlı firmanın yaptığı otomatik bilgisayardan çok daha hızlı çalışıyordu.

1941’da Amerikalı J. Presper Erchert ve John W. Mauchly yüksek işlem hızına sahip tam elektronik ilk sayısal bilgisayarı geliştirdiler. 17500 civarında elektron tüpü 1500 röle, 70000 direnç ve 10000 kondansatörden oluşmuş 30 ton ağırlığındaki bu dev makine on haneli beş bin sayıyı bir saniye içinde toplayabiliyordu. Sonraki yıllarda inanılmaz süratle geliştirilen bilgisayarlar bilgiyi çabuk ve doğru şekilde işleme ve saklama özellikleri nedeniyle kısa sürede hayatın ayrılmaz parçası haline geldiler. Bilgi üretimi ve dolaşımı hızlandı. Bu gelişmeler sayesinde bir toplumun bütün bireylerinin bilgiye kolayca ulaşmaları ve onu tüketmeleri mümkün oldu. Bilgi toplumunun oluşumunu hızlandıran bu gelişmelerin yanı sıra basımevlerinden uzay gemilerine kadar hemen bütün makine ve araçların kontrolünü bilgisayarlar  üstlenmeye başladı. Böylece insanlar uzun süre alan ve oldukça karmaşık olan yorucu ve bıktırıcı işlerden kurtuldular.

 
  Bugün 28424 ziyaretçikişi burdaydı! Anasayfa Yap