_Sıra Mühendİslerde_
Adamin biri bir gün yolda giderken bir kurbağa görür ve kurbaga dile gelir
- Ben aslında bir insanım, eğer beni bir kere öpersen çok güzel bir prenses haline gelirim
Adam kurbağayı eline alır ve cebine koyar.
Kurbağa tekrar dile gelir.
- Eğer beni öpersen çok güzel bir prenses olacağım ve seninle 1 hafta kalmaya razıyım.
Adam kurbağayı cebinden çıkarır, şöyle bir bakar ve gülümser ve yine cebine koyar.
Kurbağa yalvarmaya başlar
- Eğer beni öper ve güzel bir prenses haline çevirirsen seninle bir hafta kalırım ve istediğin
her şeyi yaparım.
Adam tekrar kurbağayı çıkarır, şöyle bir bakar ve gülümseyerek cebine koyar.
Sonunda kurbağa dayanamaz
- Senin neyin var? Sana çok güzel bir prenses olduğumu ve beni öpersen 1 hafta seninle
kalıp istediğin her şeyi yapacağımı söyledim.
Neden beni öpmüyorsun?
Sonunda adam konuşur
- Bak, ben bir mühendisim. Kızlarla uğraşacak vaktim yok,
fakat konuşan bir kurbağa olman bana çok ilginç geliyor.
_BEYİN NE İŞ YAPAR?_
Temizlikçi bir kadın dışardan ilkokul diploması almak için sınava girer.
Tabiat bilgisi soruları ve cevapları şöyle:
Soru : Mide ne iş yapar?
Cevap : Sindirim yapar, yediklerimizi öğütür
Soru : Akciğer ne iş yapar?
Cevap : Solunum yapar. Bizi yaşatır.
Soru : Kalp ne iş yapar?
Cevap : Dolaşım yapar.
Soru : Beyin ne iş yapar?
Cevap : Bizim apartmanda kapıcılık yapar...
_TELEFON _
Temel bilim adamı iken bir arkeoloji araştırmaları konferansına davet edilir. Amerikalılar anlatmaya başlar; -Biz ülkemizde yaptığımız kazılarda 25 metre aşağı indik ve telefon kabloları bulduk. Öyleyse bizim atalarımız asırlar önce telefon kullanmışlardır. Sıra Türkiye'ye gelir ve Temel başlar anlatmaya -Biz ülkemizde yaptığımız kazılarda 50 metre aşağı indik ama bir şey bulamadık. Öyleyse atalarımız telsiz telefon kullanmışlardır.
_MATEMATİKÇİ_
Yeni evli bir çift balaylarında Ürgüp-Göreme bölgesinde geziye çıkmaya karar verirler. Yeraltı şehirlerini gezerlerken birden önlerine bir yol ayrımı çıkar ve duvarlarda artık çıkış yönünü gösteren okların olmadığını fark ederler. Genç adam telaş içinde bağırmaya başlar:
'Yardım edin kimse yok mu?'
Bir süre adamın kendi sesinin yankısından başka bir ses duymazlar. 10-15 dakika sonra duydukları değişik bir ses şöyle demektedir:
'Merhabaaa! KAYBOLDUNUZ!'
Morali daha da bozulan adam çaresizlik içinde tepinmeye başlar. Genç kadın ise gayet sakin omuz silker ve:
'Bu sesin sahibi mutlaka bir matematikçidir'der.
Kadının sakinliği üzerine canı daha da sıkılan adam :
'Hadi canım sen de! Nereden çıkardın bunu?' diye sorar. Kadın:
'Üç nedenim var' der ve sayar:
'Bir, yanıtın gelmesi gereğinden uzun sürdü.
Iki, yanıtı doğru; kaybolduk.
Üç, bu yanıtın kimseye bir yararı yok!'
_SARIŞIN-GARSON VE İNTEGRAL_
İki erkek matemetikçi bir bara gider. Birincisi ikincisine ortalama bir kişinin matematik hakkında çok az şey bildiğini söyler.
İkincisi buna katılmaz ve bir çok insanın yeterli miktarda matematikle başa çıkabileceğini iddia eder.
Birinci matematikçi tuvalete gider. Onun yokluğunda ikinci matematikçi garson kızı çağırır.
Ona bir kaç dakika sonra arkadaşı döndügünde kendisini tekrar çağıracağını ve bir soru soracağını söyler.
Bütün yapacağı 'iks küp bölü üç' diye yanıt vermektir.
Kız tekrarlar:- 'eks küp... ne?'
Matematikçi düzeltir `iks küp bölü üç'
Kız:- 'Eks küp bölü üç?'
-' Evet 'der matematikçi.
Kız tamam deyip, kendi kendine mırıldanarak uzaklaşır, -'iks küp bölü üç, iks küp...'
Birinci matematikçi döner ve ikincisi kendi görüşünün doğruluğunu kanıtlamak için iddiaya girmelerini teklif eder.
Sarışın garson kıza bir integral soracağını söyler, birincisi gülerek kabul eder.
İkinci adam garson kızı çağırır ve sorar
- 'x karenin integrali nedir?'
Garson kız yanıtlar
-'x küp bölü üç',
uzaklaşırken de ekler
- 'artı bir sabit sayı'.
_SAĞIR_
BİR BİLİM ADAMI ÇEKİRGELER ÜZERİNDE ARAŞTIRMA YAPIYORMUŞ ÇEKİRGENİN 1'İNCİ AYAĞINI KOPARMIŞ.
ÇEKİRGEYE ZIPLA DEMİŞ. ÇEKİRGE ZIPLAMIŞ.
RAPORUNDA ÇEKİRGENİN 1'İNCİ AYAĞINI KOPARDIM.
ÇEKİRGEYE ZIPLA DEDİM ÇEKİRGE ZIPLADI DİYE YAZMIŞ.
ÇEKİRGENİN 2 VE 3'ÜNCÜ AYAĞINI KOPARMIŞ. ÇEKİRGEYE ZIPLA DEMİŞ ÇEKİRGE YİNE ZIPLAMIŞ.
RAPORUNDA ÇEKİRGENİN 2 VE 3'ÜNCÜ AYAĞINI KOPARDIM.
ÇEKİRGE YİNE ZIPLADI.DİYE YAZMIŞ.
BİLİM ADAMI ÇEKİRGENİN 4'ÜNCÜ AYAGINI KOPARMIŞ. ÇEKİRGEYE ZIPLA DEMİŞ ÇEKİRGE ZIPLAMAMIIIŞ.
RAPORUNDA ÇEKİRGENİN 4'ÜNCÜ AYAĞINI KOPARDIM.
ÇEKİRGEYE ZIPLA DEDİM.
SONUÇ:
ÇEKİRGE SAĞIR OLDU.
_SOBA_
Bir gün bir jeoloji mühendisi, bir mimar ve birde fizikçi bir köyde IQ'sü çok yüksek olan ve kücük bir köyde yaşayan bir adamın yanına onu tanımak için gidiyorlar.Eve vardıklarında adamın karısı onları karşılıyor çay ıkram etdikten sonra kocasının bir işi olduğunu ve hemen gelecegini söylüyor.
Bu üçlü adamı beklerken evdeki sobanın çok qarip bi şekilde eyimli ve yerden yaklaşık 40-45cm yüksekte olduğunu fark ediyorlar ve çeşitli yorumlar yapıyorlar.
Fizıkçi:
- Bence soba bu şekilde iken evdeki hava akımlarını dıkkate alırsak daha fazle ısıtır. Mimar:
-Bu soba evin mimarisine göre yapılmıştır. Jeoloq:
- Bu bölgenin jeotermal ve coğrafi konumundan dolayı böyledir. Bunlar bu konuyu tartışıken adam gelıyor.ve tartışmaya son noktayı koyuyor.
-BORU YETMEDI.
_ALMANYA'NIN TRENLERİ_
İkinci dünya savaşını takiben Amerikan işgali altına giren Almanya’nın Frankfurt kentinde, Amerikalı asker John ile Alman Hans dost olurlar. Bunların bu dostlukları John’un Amerika’ya döndüğü güne kadar devam eder. Yıllar sonra, Almanya kendini toparlar. Yıkık kentler imar edilip, her şey eskisinde olduğundan daha iyi duruma geldikten sonra, Hans Amerika’da bulunan arkadaşı John’u Almanya’ya davet eder:
"Sevgili John. Harap halde bıraktığın kentimize bir kez daha gelip bakmanı istiyorum. Başardıklarımızı görünce şaşıracağından eminim" diye yazar mektubunda.
John mektubu alınca, uçağa atlayarak Frankfurt’a gider, arkadaşını bulur. Oturur, ondan bundan sohbet ederler. Sonra Hans’ın rehberliğinde kenti gezmeye çıkarlar.Altından sayısız demiryolu hattının geçtiği bir demiryolu köprüsünden geçerken, Hans arkadaşı John’u durdurur ve anlatmaya başlar:
"Bak John! Öyle bir sistem kurduk ki, artık her şey Almanya’da her şey saat gibi işliyor. Mesela aşağıda gördüğün şu sayısız demiryolu hattından her üç dakikada bir tren geçer. Bu hiç aksamadan sürekli devam eder. Mutlaka her üç dakikada bir geçer trenler."
İlk geçen trenden sonra John saatine bakar. İlk tren dört dakika sonra, sonraki iki dakika sonra geçer. John gülümseyerek arkadaşına hitaben:
"Hani, her üç dakikada bir tren geçer demiştin. Bunlar, bazen dört, bazen iki dakikada bir geçiyor Hans!"
John’un bu sözleriyle utanan Hans, öfkeyle şu cevabı verir: "Ne olacak yani? Siz de Kızılderilileri öldürmüştünüz."
_DOSTUN BÖYLESİ_
İki dost Afrika ormanlarında bir gezintiye çıkar. Birden ağaçların arasından bir aslan çıkaverir. İki dost korku içinde kaçmaya başlarlar, aslanda peşlerinden kovalamaya... İki dosttan biri kaçarken bir taraftan sırt çantasını çıkarırken, diğer taraftan soyunup, üzerindeki ağırlıkları
atmaya başlar. Bunun gören dostu nefes nefese kendisine sorar: "Sen ne yapıyorsun. Onları çıkarınca aslandan daha mı hızlı koşacağını sanıyorsun?" Önde olan arkasını dönüp bağırır: "Senden daha hızlı koşşam yeter!"
_"AZ SONRA" BİR YAŞAM TÜKENDİ_
65 yıllık ortalama ömüre sahip biz insanoğlunun beş yaşımızda televizyon izlemeye başladığımızı farzedersek: Günde 1 saat televizyon izlendiğinde toplam 2,5 yıl, günde 2 saat televizyon izlendiğinde toplam 5 yıl, günde 3 saat televizyon izlendiğinde toplam 7,5 yıl, günde 4 saat televizyon izlendiğinde toplam 10 yıl ve günde 5 saat televizyon izlendiğinde toplam 12,5 yıl "az sonra" lara kurban edilecektir....
_AH ŞU MATEMATİKÇİLER: KAÇ SANDIK VAR?_
Ders esnasında matematik hocası aniden duraklayıp, önündeki masaya dikkatle baktı. Ardından sınıfa dönüp, sınıftaki öğrenci adedince kağıt getirdiğini, fakat ne şekilde sayarsa saysın hep öğrenci adedinden hep bir eksik sayıda kağıt çıktığını söyler. Kısa bir sessizlikten sonra gayet ilginç olan şu hikayeyi anlatır:"Bir zamanlar Polonya'da, büyük bir matematikçi olan Waclaw Sierpinski ile tanışmıştım. Kendisiyle tanıştığımda oldukça yaşlı ve unutkandı. Bir keresinde evlerini taşımaları gerekmişti. Hanımı, kocasının hafızasına pek güvenmediğinden, eşyaların sokağa yığılmasını takiben kocasına; "Ben şimdi taksi çağırmaya gideceğim, sen bu arada 10 sandığımızın başında bekle." Hanımı, matematikçiyi dalmış ve kendi kendine mırıldanır bir halde bırakmış. Eşi taksi ile birlikte döndüğünde, Bay Sierpinski büyük bir tedirginlikle kendisine, "Sen 10 sandığımız olduğunu söylemiştin, ama ben sadece 9 saydım." diye söylediğinde, eşi cevaben ON tane olduğunu tekrarlamış. Bizim yaşlı usta ise kendisine, "Hadi gel beraber sayalım: 0,1,2,..." diye cevap vermiş.
_KURNAZ GAZETECİ_
Yolda bir trafik kazası olmuştu. Olayı gören herkes oraya yığılmıştı. Genç bir gazeteci fotoğraf çekmek için olayın yakınına gitmek istiyordu, fakat kalabalıktan bir türlü o tarafa doğru ulaşamıyordu. Aklına kurnazca bir fikir geldi ve bu fikrini uygulamaya başladı:
"Lütfen çekilin geçeyim efendim. Yerde yatan babamdır, lütfen efendim izin verin babamın yanına gideyim."
Bu şekilde kaza yapan otomobilin yanına yaklaştı ve yerde yatmakta olan bir eşekle karşılaştı.
_İNGİLİZLER NE YER?_
Malta'dan yeni döndüğü sıralarda Ahmet Haşim'e rastlayan Süleyman Nazif, orada çektiği acı dolu günleri anlatırken, İngilizlerin çok eski devirlerden kalma bayat konserveleri kendilerine yedirdiklerini söyler.
Ahmet Haşim, "İnsan etinden mi?" diye sorunca, Süleyman Nazif, "Yook", der. "İngilizler hiç insan etini başkalarına yedirir mi?"
_KENDİMİZE BENZETTİK_
Bir sohbet sırasında, Arif Nihat Asya'ya: "-Eğilir, bükülür, katlanır, istenilen şekle kolayca sokulur bir cam yapmışlar duydunuz mu?" diye sorarlar. Arif Nihat Asya şu cevabı verir:
"- Desenize, camı da kendimize benzettik!"
_VARSAYIM TEORİSİ_
Bir fizikçi, bir kimyacı ve bir matematikçi yanlarında sadece bir kutu konserve ile çölün ortasında kalırlar. Bir kutu konserveleri vardır olmasına ama, bu konserveyi açacak bir aletleri yoktur. Fizikçi evirir, çevirir, ama fizik bilgisi ile kutuyu açamaz ve kimyacıya devreder. Kimyacı da düşünür, uğraşır, nihayetinde son çare olarak matematikçiye verir. Matematikçi uzun uzun konserve kutusuna bakar ve şöyle der: "varsayalım açık"
_PROFESÖR ÇOKBİLGİÇİN DENEYİ_
Çılgın bir deney yapmayı planlayan profesör çokbilgiç, bir kimyager, bir fizikçi ve bir mühendis üç meslektaşını kaçırarak, her birini ayrı ayrı hücrelere hapseder. Hücrelerde kibrit, su ve konserve yiyecekler vardır olmasına ama, konserve açacağı yoktur. Bir ay sonra deneyinin sonucunu gözlemlemek için hücreleri ziyarete geldiğinde, kimyagerin hücresini boş ve bir duvarı yıkık bulur. Kimyager, çokbilgice fark ettirmeden soktuğu çakısı ile konserve kutularından alimünyum kırıntılarını kazıyıp, bunları kibritlerin uç kısımlarındaki kimyasal madde ile karıştırıp bir patlayıcı elde etmiş, ve hücre duvarını havaya uçurarak kaçmayı başarmıştır. İkinci hücrede bulunan fizikçi ise neşe içinde bamya yemektedir. Fizikçi, konservelerin belli bir açı ile duvara atıldıklarında açıldıklarını keşfetmiş, hem kendine bir eğlence bulmuş, hem de yeni bir fizik teorisi geliştirmiştir. Profesör, son hücreyi kontrol ettiğinde matematikçinin yerde uzanmış cansız bedeniyle karşı karşıya kalır. Bir anda karşısında bulunan duvara kazınmış şu yazı dikkatini çeker:
TEOREM: Eğer konserveleri açamazsam öleceğim.
İSPAT: Varsayalım ki ben öldüm.
_UNUTKANLIK_
Bir bilim adaminin deney raporlarindan:
1. gun : Fare uzun sure labirentin icinde dolandi ama peyniri bulamadi. Icguduleri zayif.
3. gun : Negatif. Sadece labirenti degil, odanin hemen her yerini aradi; tum dolaplari, cekmeceleri, kavanozlari karistirdi. Hatta bir tablonun arkasina ve ceplerime bile bakti. Bu fare tam bir salak.
7. gun : En ufak bir ilerleme yok. Artik arama istegini bile kaybetti, telefonla kosedeki bufeden iki karisik tost, bir ayran istemis. Zekadan boylesine yoksun olusu deneylerimde yol almami onluyor.
18. gun : Zamanla becerilerini gelistirmesi lazimdi,ama sifir! Bursa'dan aradi, 'kaygilanmamami, peyniri bulacagini' soyledi. Ona gittikce peynirden uzaklastigini anlatmaya calistim, ama dinlemedi. Ciddi zeka problemi!
74. gun : Umutsuzluga kapiliyorum; fare, henuz bir zeka belirtisi gosteremedi. En son Tibet'ten aradi, hayatin anlami gibisinden birsey buldugunu soyledi. Ama peyniri bulamamis ve artik umrunda da degilmis. Aptal hayvan! Hayallerimden ve kariyerimden geriye kuflu peynirler kaldi.
93. GUN : LABIRENTIN ICINE KOYMAYI UNUTTUGUM ICIN FARENIN PEYNIRI BULAMADIGINI FARKETTIM.
_TEMEL_
Bir gün bütün ülkelerin bilim adamlarının davet edildiği bir uzay konferansı için Türkiyeden de bir bilim adamının da yollanması için davetiye gönderilmiş. Düşünmüşler düşünmüşler kimi yollayalalım diye en sonunda Temeli göndermeye karar vermişler. Temel konferansa gitmiş . Konferans başlamış Rus bilimadamı hemen ilk uzaya biz gittik diye böbürlenmiş, Amerikalı bilim adamı aya ilk ayak basan biziz diye böbürlenmiş sırayla tüm ülkelerin bilim adamları konuşmuş, bir ara Amerikalı bilim adamı Temele dönmüş siz ne yaptınız ne çalışmalarınız var diye sormuş, salonda derin bir sessizlik olmuş ve bütün başlar Temele çevrilmiş Temel şöyle bir etrafına bakmış ayağa kalmış ve göğsünü kabartarak Biz Güneşe gidecağüz demiş. Birden bir uğultu ve kıpırdanmalar başlamış ve hemen Rus sormuş ama mümkün değil henüz güneşe erimeden ulaşacak bir uzaygemisi yapılmadı demiş. Temel yine göğsünü kabartarak biz onu da düşündük akşam serinluğunda gidecağuz demiş.
_ARABA_
Bir hafta sonu, bir makine mühendisi, bir elektronik mühendisi ve bir bilgisayar mühendisi üç arkadaş arabayla, dağ evine pikniğe gitmek isterler. Giderlerken ıssız bir yerde arabaları bozulur. Hepsi de bunun nedeni hakkında kendi meslekii tecrübelerini de katarak yorum yapmaya başlarlar.
Makine mühendisi:
-Bunun mutlaka mekanik bir arızası vardıır. der.
Elektronik mühendisi:
- Yok yok bunun ateşlemesinde bir problem var, bujilerini temizleyelim. der.
Bilgisayar mühendisi ise şöyle konuşur:
-Çıkıp bidaha girelim belki düzelir..