Eski Yunan'da Bilim
ESKİ YUNAN’DA BİLİM
Yunanlıların kökeni, Ege kıyılarına gelip yerleşmeleri hakkında fazla bilgimiz yoktur. M .Ö. 1000 yıllar etrafında Ege Denizi kıyılarında varlıkları hissedilmeye başlanıyor. İlkel bir kültüre sahip savaşçı bazı kabilelerden oluştukları söylenebilir. Enerjik, yaşama sevinci taşıyan, öğrenme ve anlama isteği ile dolu bir topluluktu. Dünyayı irili ufaklı bir sürü doğaüstü kuvvetlerin yönettiğini sanıyorlardı. İlk ortaya koydukları efsaneler son derece güzel masallardan ibaretti. Daha sonra M.Ö. 7.yy da Küçük Asya, Yunanistan, Güney İtalya ve Sicilya’da kurdukları kentlere yerleştikleri, çok geçmeden zengin bir edebiyat oluşturdukları görülmektedir.

eski yunan zırhları
İlk kez Yunan uygarlığında doğayı katıksız bir bilgi tutkusu ile anlamak isteyen kişilere rastlarız. Bu kişilerin uğraşıları faydaya yönelik değildi; düşünceleri gözlemle sınırlı kalmak şöyle dursun, gözleme çoğu kez ters düşen atılımlarla yüklüydü. Onlar doğayı denetim altına almak değil, düpedüz anlamak istiyorlardı. Yunanlar soyut düşünceden hoşlanıyor, pratik problemlere çözüm arama yerine, doğa felsefesi yapmayı yeğliyorlardı. Bu gelişme, modern bilimin başlangıcında olduğu gibi, kişilerin özel çalışmalarına dayanmıştır.
THALES VE ONU İZLEYENLER
Yunan bilimi, Küçük Asya’nın batı kıyısı iyonya’da doğdu. Hakkında bilgi sahibi olduğumuz tek bilgin Thales’tir. Thales ‘le başlayan düşünce geleneği bugün bile kaybolmuş değildir. Bu gelenek, mitolojik düşünceden rasyonel düşünceye geçişi simgeler.
Thales düşüncelerini öğrencileri yoluyla yaydı; yazılı bir metin bırakmadı. Matematik, astronomi e doğa felsefesi ile uğraşan büyük bir bilgeydi. M.Ö.585 de meydana gelen Güneş
tutulmasını daha önce haber verecek kadar astronomide bilgi sahibi olduğu söylentisi vardır. Matematiksel yoldan gemilerin kıyıdan uzaklığını hesaplayabiliyorlardı. Mısır gezisinden geometri öğrenerek döndüğü, birkaç teoremi ( örneğin, bir ikizkenar üçgenin taban açılarının birbirine eşit olduğu teoremini ) bulduğu söylenir. Daha önemlisi, bilimsel nitelikte ilk görüşü, evrenin sudan meydana geldiği hipotezini ortaya atmasıdır. Thales ‘e göre, evreni anlamak, onun yapısal niteliği ( physis)’ni anlamayı gerektir; bu ise maddeden başka bir şey değildir . böylece Thales, materyalist felsefeyi başlatmış oluyordu.
Doğa felsefesinin temel sorunlarından biri “varoluş” ve “yokoluş” sorunuydu. Bu sorunda değişme, meydana gelme, bozulma, yaşam, ölüm ve hareket gibi süreçlere ilişkin anlamlar yer alıyordu. Thales geleneğinin, üzerinde yaşadığımız Dünya ile gökyüzünde hareketlerini izlediğimiz cisimler arasındaki ilişkiyi açıklama çabası, bir yanda uzay kavramının doğmasına , öte yanda daha önce büyü ve astrolojiye konu olan astronomi düşüncesinin bilim olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Thales’in bize çocukça gelen görüşleri de vardır:
- Dünya’yı bir tahta parçası gibi suda yüzen düz bir tepsi sayıyordu. Ancak önemli olan söylediklerinin doğru ya da yanlış olmasından çok, bu tür konular üzerinde durmasıydı.
Evrenin doğal sayılması ve doğada olup bitenlerin doğaüstü mitolojik güçlere başvurmaksızın anlaşılabilir olması varsayımı, Thales’le başlayan geleneğin düşüncemize kazandırdığı en büyük katkıdır. Evrendeki tüm nesneleri tek bir maddeye indirgemesi; böylece evrende olup bitenleri evrensel bir ilkeye bağlayarak açıklama yolunu açmıştır.
ANAXİMANDER
Evrenin temel maddesi “ sınırsız” veya “ sonsuz” diye nitelediği, evrensel, bitmeyen, değişmeyen, görünmeyen, pek maddesel olmayan bir nesnedir; öyle ki, tüm nesneler bu ana nesneden değişik özellik ve nitelikler seçerek oluşur. İlk kaynak olan “ sonsuz” dan karşıt şeyler hareket yardımıyla türemiştir: Önce soğuk ve sıcak, dışı ateş(sıcak), içi hava(soğuk), su ortasında arz olmak üzere bir halka biçiminde ayrılmıştır. Yer ya da toprak başlangıçta ıslaktı, sonra sıcağın etkisi altında kuruyarak dört halka meydana geldi: Sıcak (ateş), soğuk(hava), ıslak(su), kuru(toprak). Bu dört nesne ve onlara ait özellikler modern bilimin doğuşuna dek geçen iki bin yıl boyunca doğayı oluşturan asıl varlıklar olarak kabul edilmiştir. Yine ona göre, gök cisimlerini kökeni ile ilgili bir teori de ortaya atmıştır. Bu teoriye göre Güneş, Ay ve yıldızlar ateş halkasının daha kütük halkalara ayrılmasıyla meydana gelmiştir. Anaximenes “sonsuz”u, somut veya gözlenebilir niteliklerden yoksun bulduğu için reddetmiş, yerine hava veya buharı temel nesne olarak önermiştir. Ona göre, inceltilen veya seyrekleştirilen hava ısınır, böylece ateş olur; sıkıştırılan hava ise soğur, böylece önce rüzgara, sonra butla, daha sonra suya, en sonunda da toprak ve taşa dönüşür. Hava daima hareket halinde olduğundan, değişme sürekli bir olanaktır. Hava aynı zamanda nefes niteliğindedir. O halde, yaşamın da kaynağıdır. Anaximenes’in hava, rüzgar, bulut, yağış gibi meteorolojik oluşumlardan söz etmesi, doğa olaylarına karşı artan ilgiyi gösterir. iyonya bilginleri yerküreyi, etrafında dönen tüm evrene aynı uzaklıkta, hiçbir yöne doğrulma nedeni olmayan, kısa bir silindir olarak tasavvur etmişler. Böylece yerkürenin hareketsiz ve evrenini doğal merkezi olduğu düşüncesi doğmuş oluyordu.
AKILCI EĞİLİM
Thales, Anaximender ve Anaximenes İyonya’da yetişmişlerdir; başlattıkları gelenek metaryalist görüşe dayanıyordu. Güney İtalya ve Sicilya’da Pythagaros’la başlayan geleneğin ise niteliği değişikti. Buradaki filozoflar meteryalist değil, rasyonalist idiler. Onlar için evreni oluşturan temel maddeden çok varlık ve değişmenin gerçek niteliği gibi çetin ve karanlık sorunlar önemliydi. Sayıya evreni anlamanın anahtarı gözüyle baktılar ve matematiğe büyük önem verdiler. “ Evrenin yapı taşı sayıdır” demişlerdir. Pythagoras tüm doğal sayıların 1’den elde edilebileceğini göstermişti; bu nedenle evreni 1’le özdeş görüyorlardı. Sonra, biri bir nokta, ikiyi bir doğru parçası, üçü bir üçgen, dördü bir piramit sayıyorlardı. Onları sayılar arasındaki orantılar da çok ilgilendirmiştir. Çağlı aletlerinin tel uzunlukları ile çıkarılan sesler arasında sayı ile ifade edilebilen orantılar, keşifleri arasında özel bir yer tutuyordu. Bazı sayıların gene müzikle ilişkileri yönünden “ harmonik orantı” özelliği taşıdığı, böylece yunan evreni için gerekli harmoninin sağladığı sanılıyordu. Gerçek evrenin özü sayıydı, gene evren yuvarlaktır burada matematiksel bir ilkeyi dile getiriyordu.
HERAKLEİTOS için gerçeğin özü sayı değil, değişme süreciydi. Her şey sürekli değişme süreci içindedir; bu nedenle nesnel dünyayı incelemeye olanak yoktur. Çünkü, bir şeyin incelenmesi, o şeyin kimliğini sürdürmesini gerektirir.(M.Ö 500 sıralarında)
PERMENİDES tezi büsbütün değişikti: ona göre, değişme ve hareket görünüşündedir; duygularımızın birer aldanmasıdır. Asıl gerçek “ olma” dır, zira aklımız “olmama”yı değil, ancak “ olma”yı kavrayabilir. “ olma” değişmeyen, hareketsiz, bitmeyen varlıktır.
ATOMSAL EVREN KAVRAMI
Empedocles’e göre, tüm varlıklar, dört element ( ateş, hava, su, toprak)ın kantitatif olarak değişik oranlarda birleşmesinden meydana gelmiştir. Başlangıçta bu dört temel elementi içine alan küresel bir evren vardı. Bu evren, ayrıca elementlerin ilişkilerini sağlayan sevgi ve nefret
diyebileceğimiz iki gücü de içinde taşıyordu. Sevgi elementlerin birleşmesinin, nefret birbirini itmesini, ayrılmasının sağlıyordu. Üstünlük sevgideydi, fakat hareket ve değişiklik için nefrete ihtiyaç vardı. Dünyamız iki kuvvetin çarpışmasından bir rastlantı sonucu doğmuştur. Aynı şekilde başka dünyaların da ortaya çıkması beklenebilir. Gene iki kuvvetin arasındaki uyuşmazlıktan gece ile gündüz, gök cisimleri ve bildiğimiz evren ortaya çıkmıştır.
EMPEDOCLES’in astronomi ile ilgili düşünceleri de ilginçtir. Ona göre Ay ışığını Güneş’ten alır; hem Güneş hem Ay Dünya çevresinde dönmektedir. Güneş tutulmalarının nedeni Ay’ın Güneş ve Arz’ın arasından geçmesidir. Evren yumurta biçiminde olup gök kubbesi, hareketiyle Arz’ın merkezde sabit tutan, kristalimsi bir küreden ibarettir.
EMPEDOCLES’in organik evrim üzerinde de oldukça garip fikirleri var. Başlangıçta organizma bütünlüğü yoktu: organlarımız ayrı ayrı birimler halinde (örneğin göz, el, bacak, kol gibi) serbest dolaşmaktaydı. Sevginin çekiciliği altında rasgele birleşen bu birimler çeşitli organizmaların meydana gelmesini sağlamıştır.
DOĞA FELSEFESİNE TEPKİ
M.Ö.5.yy sonlarında doğaya dönük felsefeye tepkinin kuvvet kazandığı, gözlerin kozmosdan insana çevrildiği görülmektedir.
SOKRATES, kendinden önce gelen düşünürlerin tersine, doğa ile değil, insan sorunları ile uğraşıyordu. Amacı, insanı iyi, akıllı ve dürüst yapmanın yollarını bulmak ve göstermekti. Bir tür mantıksal çözümleme yöntemi kullanarak doğruluk , iyilik adalet, erdem gibi soyut kavramların gerçek anlamlarının saptamayı deniyordu. Yöntemin özü, ustaca yönelttiği sorularla karşısındakini düşünmeye sevk etmek ve doğruyu ona adım adım buldurmaktı.
SOKRATES’in fikirleri ile doğa bilimleri arasında bir ilişki kurmak olanaksız olmasa bile son derece güçtür. Onun araştırmaları insana dönüktür. Ahlak kavramlarının ve asıl gerçeğin aydınlatılmasına yardımcı görmediği için doğa bilimlerine karşı bile çıkmıştır. Sokrates’in derin etkisi altında, doğaya dönük felsefe karşısında, tek sorunu insan ve onun davranış sorunları olan bir ahlak felsefesi yükselir. Filozoflar artık iki kampa ayrılmıştır: Bir yandan dış dünyayı anlamaya çalışanlar, öbür yanda insanı iç ve dış dünyayla ilişkileri içinde ele alanlar.
PLATON’UN AKADEMİSİ
Palton etrafına topladığı öğrencileriyle uçun yıllar Akademi’nin başında kaldı, felsefesini özgür bir tartışma ortamı içinde geliştirdi. Akademi ‘de matematiğe büyük önem veriliyordu. Fakat Platon’un ilgileri genişti; matematik yanında evrenin yapısal niteliği de incelenen konular arasındaydı.
PLATON’a göre evren, idealar dünyası ve olgular dünyası olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İdealar dünyası soyut fikirlerin veya formların barındığı yetkin, sürekli ve değişmeyen asıl gerçekliği oluşturan dünyaydı. Olgular dünyası ise idealar dünyasının üstünkörü bir kopyasıydı. Burada her şey geçici, kusurlu ve aldatıcıydı. Duyularımıza gerçek gibi görünen oğlular aslında birer illüzyondan başka bir şey değildi. Platon’un duyularımıza değil, aklımıza güveni vardı. Yalnız eğitilmiş akıl bizi doğruya idealar dünyasına götürebilirdi. Bu eğitmimin, en etkili aracı matematikti; çünkü matematiksel nesneler, örneğin geometrideki üçgen, daire gibi şekiller soyut kavramlardır; kağıt üstünde çizilen şekillerle değil, soyut kavramlarla düşündüğü içindir ki, gerçeğe ulaşma olanağını elinde tutar. Atomcuların materyalist görüşü, onun anlayışına her yönden aykırı düşmekteydi.
PLATON’un doğa felsefesi, politik, moral ve teolojik eğilimleriyle uyumlu ve onlara bağımlıydı. Bu felsefenin en belirgin özelliği, hiç şüphesiz, doğa yasalarının tanrısal ilkelerin buyruğu saymak, böylece astronomide ateizme son vermek olmuştur. Kendisinden önce gelen pek çok kimse gibi platon da, evrenin başlangıçta kendiliğinden var olan bi kaos olduğu kanısındaydı. CUMHURİYET adlı kitabına bir göz atmak, onun el işlerini nasıl küçümsediğini göstermeye yeter. Platon bu tür işleri kölelere bırakıyor, özgür insanlara soyut kavramlarla düşünmeyi uygun görüyordu. Astronomlara gökyüzüne değil, kendi iç dünyalarına, akıllarına bakmalarını öğütlüyordu. Akıl onlara yıldızlı gökyüzünün dünya etrafında çembersel döndüğünü gösterecekti. Çembersel hareket mükemmeldi, çünkü gök cisimlerine yakışan buydu, ona göre.
ASTRONOMİNİN KURUMSAL NİTELİK KAZANMASI
Platon’un doğa felsefesi temelde mistik ve matematikseldi. Astronomiyi matematiğin bir uzantısı veya dalı gibi görüyordu. Öğrencilerin,yıldızlı göklerin gözlemini bir yana bırakıp geometride olduğu gibi, astronomide de problem çözme yöntemini kullanmalarını öğütlüyordu. Bazıları onun öğrettiği yoldan gitmedi ve sadece gözlem usulünü benimsedi. Bunlardan biri astronominin ilk bilimsel teorilerinin kurcusu Eudoxus’du M.Ö.409-356
EUDOXUS, her basit periyodik hareketi bir çember veya küreyle temsil ediyordu. Bir küre, gökyüzünün görünüşteki günlük dönüşünü, bir başkası aylık ve yıllık dönüşleri gösteriyordu. Bütün bu çember veya küreler ortak merkezli olup, dünyayı merkez alıyordu. Gök cisimlerinin hareketleri ekvatorunda yer aldıkları kürelerin değişmeyen hızla yaptıkları dönüşlerle sağlanıyordu. Başka deyişle Ay’ı, Güneş’i, gezegenleri ve yıldızları küreler taşıyordu. Kürelerin merkezleri ortak olmakla birlikte, çapları ve dönme eksenleri değişikti. Bu değişiklik her kürenin farklı dönüşünün nedeniydi. Küreler fiziksel değil, matematiksel nesnelerdi. Bu yüzden görünmezlerdi. Eudoxus, gök cisimlerinin hareketlerini açıklamak üzere bunlardan yirmi yedi tane varsayıyordu. Biri basit yıldızlara, üçü Ay’a, üçü Güneş’e ve o zaman bilinen beş gezeğenin her birine dört tane ayrılmıştı. Yeni gözlemler yapıldıkça, yeni periyodik dolanmalar ortaya çıktıkça sistemin genişletilmesi gerekiyordu. Aristo kürelerin bu sayısının sonra 36 dan 56 ya çıkarmıştır.
ARİSTOTELES
Aristoteles (M.Ö.384-322) Makedonyalıydı; on sekiz yaşındayken Atina’ya gelmiş, Platon’un ölümüne kadar akademide matematik ve felsefe öğrenimini sürdürmüştür. Doğa felsefesiyle birlikte mantık, ahlak, politika ve edebiyat eleştirisi gibi daha bir çok konulara el atmış, bazılarının kurucusu olmuştur. Aristotelis’in fiziği ve felsefesi bir bütün oluşturur, ikisini birbirinden ayırmak güçtür. Tüm evreni betimlemeye ve açıklamaya yönelik kapalı ve birleşik bir sistemdir. Yaşadığı dünyanın sorunlarına duyarlı bir düşünürdür. Ele aldığı konular içinde bulunduğu kültür ortamının özelliklerini ve eğilimlerinin yansıtır.
EVRENE BAKIŞI
Kendinden önce gelen bilginler gibi, tüm evreni kapsayan bir sitem kurmaya yöneliktir. İmgelediği evren hiyerarşik ve tanrısal kuruluşuna karşın aslında mekanik niteliktedir: bir dizi iç içe yuvalanmış kürelerden oluşmakta. Sabit yıldızları taşıyan en dıştaki kürenin hareket kaynağı, tüm evreni çevreleyen ve yöneten “hareketsiz hareket ettirici” bir güç (bir anlamda Tanrı) var. Aynı şekilde Güneş’i, gezegenleri ve Ay’ı taşıyan diğer kürelerin de giderek azalan derecelerde “ hareketsiz hareket ettiricileri” olduğu söylenebilir. Aristoteles’e göre, bunlar ruhsal nitelikte olup, kürelerle olan ilişkileri ruhun bedenle olan ilişkisini andırır. Gök cisimlerini geometrik veya kavramsal nitelikte değil, düpedüz fiziksel olarak yorumlar. Bunlar saf, bozulmayan bir maddeden yapılmış, somut nesnelerdir. Ona göre, gökyüzü nesnelerinin yapıldığı maddeyle yeryüzü nesnelerinin yapıldığı madde apayrı nitelikte şeylerdir. Birinciler yetkin, sonsuza dek kalıcı, değişmez ve bozulmaz;ikinciler tam tersine, geçici, kusurlu ve bozulur cinsten şeyler. Birincilerin hareketleri çembersel ve tek-biçim; ikincilerinki doğrusal ve değişik bizimler gösterir. Bir şey yaratılmışsa er geç bozulmaktan kurtulamaz; kalıcı ise o zaman da bir başlangıç noktası yoktur, daima var olmuş demektir. Evreni hem yaratılmış, hem de kalıcı kılmak Aristoteles için çelişkidir.

DEĞİŞEN, KUSURLU VE GEÇİCİ DÜNYAYA GELİNCE, bu Ay küresinin altında, arzı içine alan bölgededir. Ay küresi iki alemi; değişmez, yetkin ve kalıcı alemle, değişen, kusurlu ve geçici alemi birbirinden ayıran sınır çizgisini oluşturur. Tüm olumsuz özellikleriyle üzerinde yaşadığımız dünya,evrenin merkezinde yer almıştır. Gökyüzü cisimleri bozulmayan, saf ve öz bir maddeden yapılmışsa, dünyamız da dört element ( toprak, su, ateş ve onun dışında su, daha sonra hava, en dışta da ateş yer alır. Dünyamız evrenin merkezindedir, çünkü yapısında toprak büyük yer tutmaktadır. Dört element hiyerarşik bir düzene bağlıdır. Ateş en soylusu, toprak en bayağı olandır. Ateşin ve niteliği yönünden ona yakın olan havanın doğal yeri atmosferin üst kesimdir. Toprak ve ona yakın su ise evrenin merkezinde toplanmış, doğal yerleri atmosferin alt kesimidir.
GÖKYÜZÜ cisimleri arasında en az yetkin olanı, merkeze en yakın olma durumuyla Ay’dı. En çok yetkin olanı ise merkezden en uzakta olan, en dıştaki küre ile onu hareket sevk eden “ilk hareket ettirici” güç, yani Tanrı’ydı. Gökyüzü cisimleri ateşten değil, “esir” denilen beşinci bir öz maddeden meydana gelmiştir. Parlamaları, dönen kürelerin çok alttaki havanın sürtüşmesine, hava sürtüşmesinin de ışık ve ısının meydana gelmesine yol açmasından kaynaklanır.
ARİSTOTELES’İN HAREKETİ AÇIKLAMASI
Aristoteles, biçim ve madde ayrımını benimsemişti. Maddeden bağımsız bizimin soyut düşüncenin ürünü olabileceğini ileri sürüyordu. Olgusal dünyada biçim maddeyle ilişkisi halinde var olabilirdi ancak. Ona göre, dünyamızı oluşturan dört element farklı nitelik tiplerine sahipti: Toprak kuru ve soğuk, su ıslak ve soğuk, hava ıslak ve sıcak, ateş kuru ve sıcaktı. Böylece herhangi bir nesnenin bilimsel nedeni, onu ne ise o yapan niteliklerin birleşimidir.
Cisimlerin hareketlerini açıklamak Aristoteles fiziğinin özünü oluşturur. Ona göre bir cismin hareketini sürdürmesi, onu harekete geçiren şeyle temasını kopmamasını gerektirir. Çanlıların hareket kaynağını kendi içlerindedir; cansız cisimlerin hareketi için ise dış bir kuvvet veya etkiye ihtiyaç vardır. Bu sonuncuların hareketini Aristoteles öküzle çekilen arabanın hareketine benzetir: Öküz durduğunda ya da arabadan ayrıldığında araba durur. Fırlatılan bir cismin hareketini bir müddet sürdürmesi, havada meydana gelen birtakım sarsıntılardan ileri gelir. Ancak bu sarsıntılar giderek zayıfladığından hareket hızını yitirir, cisim düşmeye başlar. Hareketin havada, daha yoğun ortamlara göre, fazla sürmesi hava titreşimlerinin daha kolay olmasıyla ilgilidir.
Evrende her elementin doğal yeri vardır: bu yerden ayrı düştüğünde yeniden ait olduğu yere dönme gereğini duyar ve ona çalışır. Buhar halinde havaya çıkan su, yağmur olup gene yere düşer; oysa, toprağın altına inmiş olan su kaynak halinde torak üstüne çıkma yolunu arar. Böylece su hem ağır hem de hafiftir. Çünkü, ağır olmak düşmek eğilimini, hafif olmak yükselmek eğilimini taşımak demektir. Ateş daima hafiftir, toprak ise daima ağır. Hava da su gibi hem hafif hem ağır olabilir. Bütün elementlerin kendi yörelerinde ağırlıkları vardır.
Aristoteles ağır cisimlerin, hafiflerden, daha hızlı düştüğünü iddia etmiştir. Bunu söylerken, havanın direncini göz önünde tutmadığı sanılmasın. O, bunu biliyordu; hatta daha yoğun bir ortamda, örneğin suda, düşme hızının daha az olacağını, ortam inceldikçe hızın artacağını, tam boşlukta hızın sonsuza ulaşacağını söylüyordu. Ancak hızın sonsuza ulaşması saçma olduğundan, doğada boşluk olanaksızdı. Uzay sürekli olarak madde ile doludur. Atomcuların evreni boşlukta dönen atomlardan meydana gelmiş saymaları büyük hatadır, Aristoteles’e göre.
ARİSTOTELES’İN BİYOLOJİ ALANINDAKİ ÇALIŞMALARI
Aristoteles 540 kadar değişik hayvan türünü sınıflama, en azından 50 değişik türden hayvan üzerinde teşrih (diseksiyon) incelemesi yapmıştır. Sınıflamayı yaparken en başta hayvanların anatomik yapı özelliklerini göz önünde tutuyordu. Bazı gözlem sonuçları oldukça ilginçtir; örneğin, bir memeli ya boynuzludur yada yırtıcı dişlidir. İki özelliği bir arada bulmak olanaksızdır; çünkü, ona göre, doğa israfa gitmez, hayvan kendini ya boynuzuyla ya da dişiyle savunur. Böylece doğanını bir yerde harcadığını başka bir yerde tutuma giderek dengelendiğini söyler Aristoteles.
Aristoteles, organik formları gelişimiyle de ilgili gözlemlerde bulundu. Yavrunun doğuş anında erişmiş olduğu gelişim düzeyi, onun sınıflama sisteminde önemli bir ölçüt işlevi görür. Örneğin, yavrusu canlı doğan balina, ona göre, bu özelliğiyle yumurtlayan balıklara değil, memelilere daha yakındır. Gene, doğuran dört ayaklı hayvanların postlu, yumurtlayan dört ayaklıların kabuklu olduklarına dikkati zeker. Yavrunun meydana gelmesinde ana ve babanın katkıları da değişiktir: Ana, yavruyu oluşturan hammaddeyi, baba o maddenin aldığı formu sağlar. Anayı keresteye, babayı onu işleyen marangoza benzetir Aristoteles.
Aristoteles’in bir görüşü, bitkiden insana kadar tüm canlıların sürekli ve hiyerarşik bir evrim skalasında yer aldığını ileri sürmesidir. Skalanın en üst kesiminde yumuşak sıcak kanlı memeliler, en alt kesiminde sert soğuk bitkiler yer alıyordu. Bitkiler yalnız büyür ve çoğalır, hem de yer değiştirme ve duyu yetilerin kullanma olanağına sahiptir. Aristoteles’e göre, bir organizmanın yaşama alışkanlıkları ve işlevleri, anatomik yapısı ve gelişme derecesi ruhunun niteliğine bağlıdır. Bitkiler büyüme ve çoğalmalarına elveren bitkisel ruhları; hayvanların ise, devinme ve duyma yeteneklerini de sağlayan duyarlı ruhları vardır. İnsana gelince, o bitkisel ve duyarlı ruhlar dışında, ona asıl özelliğini veren ussal ruh da taşımaktadır.
